İcra Takibinde İcra Müdüründen Yetki Alınması
8. Hukuk Dairesi 2014/1698 E. , 2014/20921 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 15/01/2014
NUMARASI : 2014/57-2014/41
Y.. A.. tarafından mirasçılık belgesi davasının reddine dair Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi’nden verilen 15.01.2014 gün ve 57/41 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı Y.. A.. vekili dava dilekçesinde; davacı bankaya borçlu olan Ö.. A… Ziraat Tohum Gübre Zir. İl Tic. Ltd Şti ve diğer tüm müşterek müteselsil kefillerin vekil edeni bankaya olan borçlarını ödememesi sebebi ile tüm muhataplara hesap kat ve borcu ödeme ihtarnamesi gönderildiğini, müşterek ve müteselsil kefillerden biri olan O.. D..’a gönderilmiş olan Kırıkkale 5. Noterliği’nin 06 .11.2013 tarihli ve … yevmiye numaralı hesap kartı ve borcu ödeme ihtarnamesinin 09.11.2013 tarihinde muhatabın vefat ettiğinden bahisle bila tebliğ döndüğünü açıklayarak vefat eden borçlunun mirasçılarının belirlenmesi ve mirasçılar hakkında icra takibinin yapılabilmesi açısından veraset belgesinin verilmesini istemiştir.
Mahkemece; “yetki verilmediği, muris ile mirasçılık sıfatının bulunmadığı” gerekçesiyle tensibine davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Davacı vekili davayı açarken veraset belgesini istediği borçlu O.. D..’a ait bankadan çekilen krediye kefil olduğuna dair kredi sözleşmesini, murise çekilen ihtarnameyi, kredi bilgileri ve ödeme planına ilişkin yazıyı, dava dilekçesi ekinde sunduğu ve bu belgelerin dosya arasında bulunduğu saptanmıştır. Davacı Banka dilekçe ekinde, sunulan belgeler ile alacaklı durumunda bulunduğuna ve bu konuda bir duraksama görülmediğine göre borçlu O.. D..’a ait veraset belgesini istemesinde hukuki yararının bulunduğu konusunda hiçbir duraksama söz konusu değildir. Aksi halde davacı Bankanın dava açınası ya da icra takibi yapıması olanaklı hale gelmez. Bunun garantisini kimsede veremez.
HUMK’da yer almamakla birlikte Yargıtay Uygulaması gereğince “hukuki yarar ilkesi” davanın açılması bakımından dava şartı olarak kabul edilmekte ve uygulanmakta idi. Dava şartları hiç şüphesiz davanın açıldığı tarihte yani başlangıçta aranır. Olup olmadığı belirlenir. 6100 sayılı HMK’nu hazırlanınca uygulamadan esinlenerek bu hukuki yarar ilkesi kanun hükmü haline getirildi. HMK’nun dava şartları başlığı taşıyan 114/1-h bendinde
“davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması” ilkesinin dava şartları arasında sayıldığı görülmektedir. Hukuki yarar ilkesinin bulunduğu durumlarda mutlaka davacı tarafın önce bir mahkemede dava açınası, ondan sonra bu mahkemeden veraset belgesinin veya herhangi bir işin yapılması bakımından yetki alınmasına gerek olmadığı gibi, önce bir şeyin veya bir alacağın icra takibine konulması ve belirli aşamalardan sonra icra müdüründen yetki alınması suretiyle herhangi bir dava açılmasına da gerek bulunmamaktadır. Aksi halde hak arama yollarının sınırlandırılması ya da kapatılması söz konusu olur. Bu aynı zamanda bir hak ihlaline yol açabilecektir.
Anayasa’nın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinde; “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir,” denilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanamayacağına vurgu yapıldığı gibi, hak arama yollarının da sınırlanamayacağını vurgulamıştır. Bu hüküm ortada dururken davacı daha önce herhangi bir dava açmadığı gibi, icra takibine de yapmadığı ve aynı zamanda borçlu ile irs ilişkisinin de olmadığı görüşünden hareketle isteğin reddine karar verilmesi açıklanan Anayasa hükmüne ve belirtilen ilkelere aykırı düşmektedir.
Yapılan açıklamalar ve dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile davacı Banka’nın borçlu O.. D..’a ait veraset belgesini alması konusunda hukuki yararının bulunduğu, aksi halde hak arama yollarının sınırlandırılması durumunun ortaya çıkacağı, bu nedenlerle mevcut dosya kapsamı gözetilerek durum değerlendirildikten sonra işin esası hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
Açıklanan nedenlerle davacı banka vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/III-2. bendi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 25,20 TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 14.11.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava mirasçılık belgesi verilmesi istemine ilişkindir. Davacı banka vekili dava dilekçesinde; davacı bankaya borçlu olan Ö.. A.. Ziraat Tohum Gübre Zirai İlaç Ticaret Limited Şirketi ve diğer tüm müşterek müteselsil kefillerin, vekil edeni bankaya olan borçlarını ödememeleri sebebiyle tüm muhataplara hesap kat ve borcu ödeme ihtarnamesi gönderildiğini, O.. D..’a gönderilen ihtarnamenin 09.11.2013 tarihinde muhatabın vefat ettiği belirtilerek bila tebliğ iade edildiğini açıklayarak, vefat eden borçlunun mirasçılarının belirlenmesi hakkında icra takibinin yapılabilmesi açısından veraset belgesinin verilmesini istemiştir.
Mahkemece; davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Kural olarak mirasçılık belgesi verilmesi istemine ilişkin davaların miras bırakanın mirasçıları tarafından veya kendisine dava açması hususunda yetki verilen mirasçılar dışındaki kişiler tarafından açılması gerekir. Mirasçı olmayan veya mahkemelerce ya da icra dairelerince bu hususta dava açmak üzere kendisine yetki verilmeyen kişilerin açacakları davanın aktif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.
Somut olayda davacı taraf borçlunun, yani veraset ilamının verilmesi istenen O.. D.. mirasçısı olmadığı gibi yukarıda açıklandığı gibi mahkemelerce veya icra dairelerince veraset ilamının temini için dava açmak üzere kendisine yetki de verilmemiştir. Bu durumda davacı bankanın mirasçılık belgesi verilmesi için dava açmakta aktif husumet ehliyetinin bulunmadığının kabulü gerekir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluk görüşüne katılamıyoruz. 14.11.2014