27 Temmuz 2024

icraguncesi.com

İcra Hukukuna dair HERŞEY….

İNTİHAL (aşırma) başkasına ait eseri kendininmiş gibi gösterme

Hukuk Genel Kurulu         2017/7 E.  ,  2020/185 K.

14. İntihal kavramı FSEK’de açıkça tanımlanmamış olmakla birlikte sözlük anlamı itibariyle aşırma, başkasına ait eseri kendininmiş gibi gösterme, kaynak göstermeksizin başkasının eserinden parça alma anlamında olup, hukuk düzenince de bu anlam yüklenmiş ve yasaklanmıştır (Yılmaz, Ejder: Hukuk Sözlüğü, Ankara, 1976, s. 72).
15. İntihal tam veya kısmi nitelikte olabilir. Açıktır ki, ister tam, ister kısmi nitelikte olsun, intihalin (aşırmanın, çalıntının) varlığı hâlinde, buna maruz kalan hak sahibi, hukukun kendisine tanıdığı yasal yollara başvurma hakkına sahiptir. Zira intihal, hak sahibinin mali ve manevi haklarının ihlali anlamı taşımaktadır.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi



1. Taraflar arasındaki “tecavüzün ref’i ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar vekilleri tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı … vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 03.04.2012 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde çalıştığını, 1995 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi Eczacılık Bilimleri Merkezinin işbirliğiyle yaptığı araştırma sonucu “Volatil Anestetiklerin Antioksidan Savunma Sistemine Etkileri” başlıklı doktora tezi ile uzmanlık derecesi aldığını, söz konusu teze ilişkin sonuçların sunumunu 1996 yılında yurtdışında yapılan bir kongrede “The Effect of Volatile Anaesthetics to Antioxidant Defence Systems” başlığıyla davalılardan … ve dava dışı bazı yazarlarla birlikte gerçekleştirdiğini, yine 1999 yılında aynı ekiple yaptığı çalışmayı yurtdışındaki bir başka kongrede “Effects of Occupational Exposure To Inhalation Anaesthetics on Antioxidant Defense Mechanism” başlığıyla davalılardan …, … ve dava dışı bazı yazarlarla birlikte sunduğunu, müvekkilinin hakem olarak çeşitli dergilerde görev yapması nedeniyle pek çok yazı incelediğini ve bunlardan birinde kendi tezine ve bahsi geçen çalışmalara çok benzeyen iki makaleyi fark ettiğini, birinci makalenin “Effects of Halothane, Enflurane and İsoflurane on Plasma and Erythrocyte Antioxidant Enzymes and Trace Elements” başlığıyla ve tüm davalıların ismiyle 2004 yılında bir dergide yayınlanmış olduğunu, bu makalenin müvekkilinin doktora tezinden ve 1996 tarihli bildirisinden intihal suretiyle ve hiçbir atıf yapılmadan üretildiğini, yine ikinci makalenin “Effect of Volatile Anaesthetics on Oxidative Stres due to Occupational Exposure” başlığıyla ve davalılar …, … ve … isimleri ile 2005 yılında bir dergide yayınlandığını, bu makalenin ise müvekkilinin 1999 tarihli bildirisinden intihal suretiyle ve hiçbir atıf yapılmadan oluşturulduğunu, durumun tespiti üzerine müvekkili tarafından davalılar hakkında Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığına ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Komutanlığına şikâyette bulunulduğunu, yapılan değerlendirmeler neticesinde davalıların müvekkilinin eserlerinden intihal yaptıklarının tespit edildiğini, davalıların intihal suretiyle oluşturdukları makaleleri anılan dergilerin yanı sıra internet ortamında da pek çok sitede yayınladıklarını ve makalelere akademik özgeçmişlerinde dahi pek çok kez yer verdiklerini, davalıların bu eyleminin süreklilik arz ettiğini ileri sürerek tecavüzün ref’i ile ihlal oluşturan makalelere internet ortamında erişimin engellenmesine, birinci makale yönünden 20.000,00TL manevi tazminatın tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen, ikinci makale yönden 20.000,00TL manevi tazminatın davalılar …, … ve …’dan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5. Dava dilekçesi davalılara usulüne uygun tebliğ edilmiş olup;
5.1. Davalı … vekili 03.05.2012 tarihli cevap dilekçesinde; intihal iddiasına konu her iki makalenin de davalı … tarafından hazırlandığını, müvekkilin hiçbir katkısı olmadığı gibi makale ve yayını için onay ya da bir imza vermediğini, ayrıca intihal yapıldığı iddia olunan sonuçların bilimsel veriler olduğunu ve kim yaparsa yapsın aynı sonuçlara ulaşacağını, bu bakımdan intihale konu makalelerde ulaşılan sonuçların davacının sonuçları ile aynı olmasının olağan olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
5.2. Davalı … vekili 14.05.2012 tarihli cevap dilekçesinde; intihal oluşturduğu iddia olunan makaleleri hazırlayanın davalı … olduğunu, müvekkilinin söz konusu makalelerin hazırlanmasında hiçbir katkısının bulunmadığını, laboratuvar analizlerinin GATA Eczacılık Bilimleri Merkez Başkanlığı laboratuvarında yapıldığını ve sonuçların davalı … tarafından davalı …’a verildiğini, ham sonuçların tek başına birinin mülkiyetine verilemeyeceğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
5.3. Davalılar …, … ve … vekili 07.06.2012 tarihli cevap dilekçesinde; intihal iddiasına konu makalelere ilişkin laboratuvar analizlerinin de davacı tezi ile aynı laboratuvarda ve aynı kişiler olan davalılar … ve … tarafından yapıldığını, müvekkili …’ın Biyokimya alanında uzman olması nedeniyle sonuçların moleküler mekanizmalarının kendisine verilen sonuçların değerlendirmesinde görev aldığını, müvekkili …’ın genel cerrahi uzmanı olarak çalışmaya uygun hastalardan kan aldırılması ve uygun koşullarda saklanmasını sağlayarak katkı sağladığını, müvekkili …’ın ise laboratuvara gönderilen kan örneklerinin sonuçlarını klinisyen olarak yorumladığını ve literatürle karşılaştırarak söz konusu makaleleri hazırladığını, intihal iddiasının makalelerde yer alan sonuçlara yönelik olduğunu ve sonuçlar yönünden sorumluluğun ise davalılar … ve … üzerinde bulunduğunu, ortak yapılan bir çalışmada sorumlu olmadıkları bir alan ve kısımla ilgili müvekkillerine intihal iddiasının yöneltilmesinin kötü niyetli bir yaklaşım olduğunu, ayrıca bilimsel sonuçların tek başına intihale konu olmalarının mümkün olmadığını, çünkü herkes tarafından kullanılan bilimsel verilerin sahibinin hususiyetini taşıyamayacağını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 03.12.2013 tarihli ve 2012/66 E., 2013/228 K. sayılı kararı ile; davaya konu her iki makaleden davalılar tarafından yapılan alıntıların tamamen atıfsız olduğu ve davacı adına yer verilmediği gibi iktibas serbestisi kapsamında makul kabul edilebilecek düzeyi de aştığı, alıntı yapılan kısmın sadece laboratuvar sonuçlarından ibaret ham veriler olduğu yönündeki bir kısım savunmalara itibar edilemeyeceği, zira bu ham sonuçların tek başına bir anlamı olmadığı, davacının hususiyetinin ve katkısının ham verilerin gruplandırılıp istatistik verilere dönüştürülmesi ve daha sonra yorumlanmasında ortaya çıktığı, bu veri ve yorumlardan hareketle üretilen ihlale konu bilimsel tez ve bildirinin öz ve şekil olarak bir bütün hâlinde eserin korunabilir özgün kısmını oluşturduğu, davalıların her iki makaleye esas davacı bilimsel araştırmalarından ayrı bir deneysel çalışma yapmaksızın makaleleri kaleme aldıkları ve yayınladıkları, bu nedenle makalelerin yeni ve bağımsız bir eser niteliğinde bulunmadığı, davalıların intihal suretiyle meydana getirilmiş makalelerde yazar olarak adının geçmesi itibariyle, davacının manevi ve mali haklarına ihlal oluşturan eylemleri doğrudan doğruya birlikte işledikleri, davalıların kusurlu eylemi benimseyip dava tarihine kadar devam ettirdikleri gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekilleri ayrı ayrı temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 05.05.2014 tarihli ve 2014/2084 E., 2014/8456 K. sayılı kararı ile; davalılar vekillerinin sair temyiz itirazları reddedildikten sonra “…dava konusu tabloya esas teşkil eden kan örneği alınacak deneklerin belirlenmesi, gruplandırılması, sağlık koşulları ve çalışmada kullanılan anesteziklerin bu tür bilimsel çalışmalar bakımından genel ve yaygın metotlar olduğu, ham veriler üzerindeki istatistiki değerlendirmede kullanılan Wilcoxon eşleştirilmiş ikili örnek testinin de bilimsel bir eşleştirme yöntemi olduğu bilirkişi heyetince düzenlenen asıl ve ek raporda açıklanmıştır. Bu durumda, bilinen yöntemler üzerinden yapılan istatistiki çalışma sonuçlarının tablo haline getirilmesinin fikri faaliyet ürünü olduğu tartışmasız olmakla birlikte, böyle bir yöntemin 5846 sayılı FSEK’nun 1/B ve 2. maddeleri anlamında sahibinin hususiyetini yansıtan ve anılan Yasa hükümleri kapsamında korunması gereken birer eser olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bir fikri ürünün elde edilmesi için kullanılan işletme metodu, yöntem ya da matematiksel kavramlar vb. faaliyetlerin eser olarak korunması mümkün değildir (TRIPS mad. 9/2). Dava konusu tabloların konusunun planlanması ve deneklerin seçilmesi faaliyeti ve laboratuvar sonuçlarının bilimsel metotlar kullanılarak tablo haline getirilmesinin, aynı konuda bilimsel çalışma yapan başka uzmanların da başvurabileceği ve benzeri sonuçları elde edebileceği bir yöntem olması nedeniyle, mahkemece bu faaliyetin davacının hususiyetini yansıtan birer eser olarak kabulü isabetli değildir. Bu durumda, davacının 1994 yılındaki çalışması sırasında kullandığı deneklerden alınan kan örneklerinin analizinden oluşan ham verilerin yer aldığı tabloların hususiyet içeren ilim ve edebiyat eseri olarak nitelendirilmesi mümkün olmadığı hâlde uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekirken, davacının mali ve manevi haklarına tecavüz oluşturduğundan bahisle davanın kısmen kabulü doğru görülmediğinden kararın temyiz eden davalılar yararına bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Ankara 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 11.03.2015 tarihli ve 2015/2 E., 2015/81 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekilleri tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının doktora tez çalışmasında ve bu çalışmayla ilgili daha sonraki bildirilerde kullanılan laboratuvar sonuçlarının 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) kapsamında eser niteliğinin bulunup bulunmadığı ve buradan varılacak sonuca göre davalılar tarafından kaleme alınan her iki makalede davacının çalışmalarında yer alan laboratuvar sonuçlarının atıf yapılmadan aynen kullanılması karşısında “intihal” eyleminin oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Dava, eserden intihal iddiasına dayalı tecavüzün ref’i ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “intihal” kavramının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
14. İntihal kavramı FSEK’de açıkça tanımlanmamış olmakla birlikte sözlük anlamı itibariyle aşırma, başkasına ait eseri kendininmiş gibi gösterme, kaynak göstermeksizin başkasının eserinden parça alma anlamında olup, hukuk düzenince de bu anlam yüklenmiş ve yasaklanmıştır (Yılmaz, Ejder: Hukuk Sözlüğü, Ankara, 1976, s. 72).
15. İntihal tam veya kısmi nitelikte olabilir. Açıktır ki, ister tam, ister kısmi nitelikte olsun, intihalin (aşırmanın, çalıntının) varlığı hâlinde, buna maruz kalan hak sahibi, hukukun kendisine tanıdığı yasal yollara başvurma hakkına sahiptir. Zira intihal, hak sahibinin mali ve manevi haklarının ihlali anlamı taşımaktadır.
16. İntihalden bahsedebilmek için her şeyden önce kıyaslamaya konu fikri ürünlerin 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) anlamında eser olması gerekmektedir. FSEK’ye göre eser, sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleridir. Başka bir deyişle, bir fikri ürünün eser olarak kabul edilebilmesi için sahibinin hususiyetini taşıması ve Kanun’da sınırlı sayıda belirtilmiş olan eser türlerinden birine dâhil edilebilmesi koşulları bulunmalıdır.
17. Buna göre, öncelikle ve bir ön koşul olarak, davacı çalışmasının, sahibinin hususiyetini taşıyan, FSEK’de belirlenen eser kategorilerinden en az biri kapsamında bulunan bir eser niteliği taşıyıp taşımadığı saptanmalıdır. Eğer davacı çalışması FSEK anlamında eser niteliğinde ise intihal incelemesine başlanması gerekir.
18. İntihal, özü itibariyle haksız fiilin fikir ve sanat eserleri hukukuna yansıyan bir görünümüdür. O hâlde iki eser arasında intihal incelemesi yapılırken; sonraki eser sahibinin eyleminin, ilk eser sahibinin mali ve manevi haklarından en az birisini ihlal edip etmediği; sonraki eserin ilk eserden hareketle oluşturulup oluşturulmadığı; eserler arasında benzerlik varsa ilk eser sahibinin hususiyetinin sonraki esere aynen geçirilip geçirilmediği; ve son olarak da tespit edilen benzerliğin FSEK’in 35. maddesinde belirlenen iktibas serbestisi veya esinlenme kapsamında kalıp kalmadığı hususlarının bir bütün olarak araştırılması gerekmektedir (Yavuz, Levent/Alıca, Türkay/Merdivan, Fethi: Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Yorumu C. I, Ankara, 2013, s. 1282).
19. Bu itibarla sonraki eser sahibinin eylemi ilk eser sahibinin eser sahipliğinden kaynaklanan çoğaltma, yayma, işleme, kamuya iletim, temsil gibi mali; veya kamuya arz, adın belirtilmesi, eserin bütünlüğünün korunması gibi manevi haklarından en az biri kapsamında, ilk eser sahibinin yasaklayabileceği bir davranışa karşılık geliyorsa ve sonraki eser ilk eserden hareketle oluşturulmuşsa bir başka deyişle sonraki eser ile önceki eser arasında illiyet bağı (neden sonuç ilişkisi) varsa, benzerliğin ya da alıntının ilk eserin hususiyet taşıyan ve korunabilir kısmıyla ilgili olup olmadığının araştırılması gerekmektedir.
20. Benzerliğin eserin hususiyet taşıyan bölümüne ilişkin olup olmadığı değerlendirmesi, her şeyden önce, ilk eserin nicelik ve nitelik olarak iyi tahlil edilmesi, esere tanınması gereken korumanın derinliğinin belirlenmesi ve korunabilir parçaların varsa korunamayan bölümlerden ayrılmasını gerektirir. Bu değerlendirme, eserin türüne, birden fazla eser türünün birlikte var olup olmadığına ve korumaya uygun bölümünün belirlenmesine, sahibinin hususiyetinin yansıdığı bölüm ve yoğunluğuna, dahası benzerliğin anonim ve korunamayacak kısımlar ile sınırlı olup olmadığının belirlenmesine bağlı olarak yapılmalıdır (Yavuz/ Alıca /Merdivan, s. 1284).
21. Gerçekten de, benzerlik, aynı alanda üretilmiş eserlerde bulunması mümkün, soyut fikir, konu, yöntem gibi olağan ve anonim unsurlara ilişkin veya sadece önceki eserden esinlenme mertebesinde kalmış ise, bu meşru bir kullanım sayılmalıdır. Zira biçime bürünmemiş soyut fikir, tema, araştırma konusu veya yöntem, anonimleşmiş söz, formüller fikir ve sanat eserleri hukuku kapsamında korunamaz, bunlar ilk eser sahibine atfedilemez. Bu sebeple ilk eserin hangi bölümlerinde hususiyet bulunduğu ve bunun özgünlük seviyesi belirlendikten sonra, sonraki çalışma ile kıyaslanması gerekir. Başka bir deyişle benzerlik içeren bölümler, önceki eserin sahibinin hususiyetini yansıtan kısımlarına ilişkin ise, benzerliğin ya da alıntının hukuka uygun olup olmadığı irdelenmelidir. Tespit edilen benzerlik veya alıntı, FSEK’nin 35. maddesi gereğince esasa veya şekle ilişkin koşullara aykırı ise intihal ya da hukuka aykırı yararlanma söz konusudur. Böylece ihlal eyleminin gerçekleşme biçimine göre, davacının eser sahipliğinden kaynaklanan mali veya manevi haklarına tecavüz edildiği belirlenmiş olur (Yavuz/ Alıca /Merdivan, s. 1285).
22. Bu aşamada bilimsel eserlerde hususiyet kavramı üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
23. FSEK’nin 2. maddesinde ilim ve edebiyat eserleri olarak ifade edilen kategori; herhangi bir şekilde dil ile ifade edilen, herhangi bir dilde ve herhangi bir ifade aracı (söz, yazı, rakam, şekil, çizgi veya simgeler) ile ortaya konulan eserleri içine alır. Bütün bilim ve sanat dallarına (spor, müzik, güzel sanatlar, fen bilimleri, matematik, tıp, vb.) ait eserler bu ifade araçları ile ortaya konulmak şartıyla bir ilim ve edebiyat eseri sayılır. O hâlde bilimsel eserler hususiyet şartını sağladıkları takdirde FSEK’nin 2. maddesi kapsamında korunacaklardır.
24. Bilimsel eserlerde hususiyet muhtevadan ziyade ifade şeklindedir. Eserin özünü oluşturan muhteva çoğu zaman uzun deney ve gözlemler sonucu elde edilir. Başka bir deyişle bilimsel eserlerin muhtevası oluşturulurken aynı alanda daha önce yapılan bilimsel çalışmalardan ve uzun süreli deney ve gözlemlerden büyük ölçüde yararlanılır. Bilimin ortaya koyduğu bulgular üzerinde kural olarak mülkiyet hakkı söz konusu değildir. Zira bunlar insanlığın ortak malı sayılır. Bu nedenle bilimsel eserlerde hususiyet tayini yapılırken içerikten çok şekle bakılır. Bilimsel eserlerde şekil ise; olguların, tabloların, formüllerin, sonuçların, düşüncelerin açıklanışı, yorumlanışı, sunuluşu yani bunların ifade ediliş biçiminde oluşur (Ateş, Mustafa: Fikrî Hukukta Eser, Ankara, 2007, s. 132). Başka bir deyişle bilimsel eserlerde korumanın kapsamını yorum ve düşüncelerin açıklanış şekli, stili ve dilin kullanışı gibi unsurlar teşkil eder. Bununla birlikte bilimsel eserde yer alan resim, şekil, tablo, grafik ve şema gibi unsurlar hususiyet taşımaları kaydıyla eserin ayrılmaz parçası sayılır ve eser kapsamında korunur.
25. Bilimsel eserlerdeki fikir, düşünce, teori, formül ve yöntemler bilimin gelişmesine engel olacağı endişesi nedeniyle koruma kapsamında yer almazlar. Gerçekten de bu endişeden dolayı Türkiye’nin de taraf olduğu hem Ticaretle Bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları Anlaşması’nda (TRIPS) hem de Dünya Fikrî Mülkiyet Örgütünde (WIPO) korumanın “fikirleri, usulleri, işletme yöntemlerini veya matematiksel kavramları içermediği, sadece düşünceyi ifade biçimini kapsayacağı” hükme bağlanmıştır. Ancak fikri hukuk koruması dışında tutulan söz konusu unsurlar gerekli şartların varlığı hâlinde genel hükümler kapsamında korunabilmektedir.
26. Tıp alanındaki bilimsel eserlerde genellikle sonuçlar ve çıktılar önemli olduğundan hususiyet incelemesinin bu noktalarda yapılması gerekir. Örneğin bir ilacın etkisini ortaya koyan çalışmada hususiyet bu etkinin yorumlanarak ortaya konulmasında görülür (Bozgeyik, Hayri: Fikir ve Sanat Eserlerinde Hususiyet, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, C. XXV, S. 3, 2009, s. 194).
27. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıya ait 1995 yılında yapılan “Volatil Anestetiklerin Antioksidan Savunma Sistemine Etkileri” isimli uzmanlık tezi çalışmasının ve bu tezin bir sayfalık İngilizce özetinden ibaret olan 1996 yılında yurtdışında yapılan bir kongrede “The Effect of Volatile Anaesthetics to Antioxidant Defence Systems” başlığıyla sunulan poster bildirinin ve yine 1999 yılında yapılan bir kongrede “Effects of Occupational Exposure To Inhalation Anaesthetics on Antioxidant Defense Mechanism” başlığıyla sunulan bilimsel bildirinin FSEK anlamında eser niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
28. Davacıya ait 1995 yılında yapılan “Volatil Anestetiklerin Antioksidan Savunma Sistemine Etkileri” isimli uzmanlık tezi çalışmasında; belli bir plan çerçevesinde yapılan deneysel çalışma neticesinde laboratuvar analizleri sonucu elde edilen ham verilerinin sınıflandırıldığı, bu ham verilerin tablo ve grafik hâline dönüştürüldüğü görülmektedir. Nitekim davacının tez çalışmasında; çalışmanın amacının volatil anestetiklerin, yani seçilmiş üç ayrı anestezi maddesinin, operasyon sırasında hastalara tatbiki nedeniyle, hastanın antioksidan savunma sistemine etkilerinin incelenmesinden ibaret olduğu, bu kapsamda volatil anaestetiklerden Halohane, Enfluran ve İsofluran uygulamasının antioksidan savunma sistemi enzimlerinden SOD ve GSHPx’a ve bunların kofaktörleri olan Se, Cu, Zn’ya hem plazma hem de eritrositlerdeki etkilerinin araştırılmasının hedeflendiği belirtilmiştir.
29. Davacıya ait uzmanlık tezinde yer alan laboratuvar çalışmalarında; ASA 1 grubu olarak tanımlanan 20-60 yaş aralığına sahip olan, sigara ve alkol kullanmayan, ilaç alışkanlığı olmayan on bir kişilik üç ayrı hasta grubu üzerinde anestezik ajan olarak tercih edilen birinci grup için Halotan, ikinci grup için Enfluran ve üçüncü grup için İsofluran ajanları kullanıldığı, bu anestezik ajanları kullanan hastaların operasyondan bir saat önce, bir saat sonra, bir gün sonra ve üç gün sonra kanlarının alındığı, alınan kanların GATA Eczacılık Bilimleri Merkez Başkanlığı Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı laboratuvarında belirli cihaz ve maddelerle soğuk santrifüjde 5.000 devir/dakika hızında plazma ve eritrositlerine ayırmak suretiyle analiz edildiği, istatistiki değerlendirmenin ise Wilcoxon eşleştirilmiş ikili örnek testi ile yapıldığı görülmektedir.
30. Davacının birinci yazar olarak yer aldığı 1999 yılında yapılan bir kongrede “Effects of Occupational Exposure To Inhalation Anaesthetics on Antioxidant Defense Mechanism” başlığıyla sunulan bilimsel bildirinin, davacının tezinde yer verdiği hususlara ilaveten bir çalışma olduğu anlaşılmakta olup, bu kapsamda, işleri dolayısıyla en az üç yıl boyunca inhalasyon anestetiklerine maruz kalan, ASA-I grubu on beş anestezyoloji personeli ve kontrol grubu olarak tanımlanan on beş sağlıklı gönüllünün seçilmek suretiyle SOD, GSHPx, Zn, Cu ve Se düzeylerinin tespitinin amaçlandığı, yapılan deneyler neticesinde maruz kalan şahısların gönüllülere göre plazma ve alyuvar enzim seviyelerinin önemli ölçüde düşük olduğunun gözlemlendiği ve deneyler sonucunda elde edilen ham verilere ilişkin tablolara yer verildiği anlaşılmaktadır.
31. Bununla birlikte tüm davalıların yazar olarak yer aldığı ve 2004 yılında İngilizce olarak “Biological Trace Element Research Vol 102” isimli derginin 105 ilâ 112. sayfaları arasında yayımlanan “Effects of Halothane, Enflurane and İsoflurane on Plasma and Erythrocyte Antioxidant Enzymes and Trace Elements” başlıklı makalede davacının uzmanlık tezinde ve bu tezin bir sayfalık İngilizce özetinden ibaret olan poster bildiride yer alan ham verilere ilişkin tabloların atıf yapılmadan aynen alındığı, yine davalılardan …, … ve …’ın yazar olarak yer aldığı ve 2005 yılında “World Journal of Surgery” isimli derginin 540 ilâ 542. sayfaları arasında yayımlanan “Effect of Volatile Anaesthetics on Oxidative Stres Due To Occupational Exposure” başlıklı makalede de davacının birinci yazar olarak yer aldığı 1999 yılında sunulan “Effects of Occupational Exposure To Inhalation Anaesthetics on Antioxidant Defense Mechanism” başlıklı bilimsel bildiride ham verilere ilişkin tabloların atıf yapılmadan aynen alındığı görülmektedir. Ayrıca davalılara ait her iki makalede yer alan gereç ve yöntemler ile davacının eserlerindeki gereç ve yöntemler çok küçük farklılıklarla aynı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu hususlar yerel mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık konusu da değildir.
32. Mahkemece aldırılan bilirkişi raporunda; davalıların her iki makalesinde izinsiz bir şekilde alıntıların gerçekleştirildiği kısımların sadece davacının uzmanlık tezi ve bilimsel bildirisinde kullanılan ham verilerin yer aldığı tablolar olduğu, ham verileri gösterir tablolar haricinde herhangi bir haksız alıntının mevcut olmadığı, taraf eserlerinin genel metodolojisi benzer olmakla birlikte yazarlarının hususi değerlendirmelerinin ağırlıklı olarak yer aldığı, bu nedenle hem davacı çalışmalarının hem de davalılara ait dava konusu makalelerin FSEK anlamında eser niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Bu durumda intihal iddiasına konu her iki makalede de haksız alıntının sadece laboratuvar analizleri sonucu elde edilen ham verilerin yer aldığı tablolardan ibaret olduğu, bunun haricinde davacının eserlerinden başkaca bir alıntının yapılmadığı ve benzerliklerin ise kullanılan istatistikî verilerin zorunlu sonucu olmalarından kaynaklandığı kabul edilmelidir.
33. Bu durumda davacının uzmanlık tezi ve bilimsel bildirisi bir bütün olarak düşünüldüğünde eser niteliğinde olduğu sabit olduğuna göre, anılan eserler içerisinde kullanılan ve davalılar tarafından izinsiz olarak aynen alınan laboratuvar analizleri sonucu elde edilen ham verilerle oluşturulan tabloların eser mahiyetinde olup olmadığının ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle söz konusu tablolar dışında dava konusu eserler arasında benzerlik bulunmadığı bilirkişi raporu ile tespit edildiğine göre, davacı tarafından belirlenen ve gruplandırılan deneklerden alınan kan örneklerinin GATA Eczacılık Bilimleri Merkez Başkanlığı Farmasotik Toksikoloji Anabilim Dalı laboratuvarında yapılan analiz sonucu oluşan ham verilerin tablo hâline getirilmesinden oluşan fikri faaliyetin de bilimsel tez ve poster çalışması kapsamında hususiyet unsuruna sahip eser olarak korunmaları gerekip gerekmeyeceği belirlenmelidir.
34. Bilimsel eserde yer alan resim, şekil, tablo, grafik ve şema gibi unsurlar sadece hususiyet taşımaları kaydıyla eserin ayrılmaz parçası sayılır ve eser kapsamında korunurlar. Bununla birlikte eser sahibinin hususiyetini hiçbir şekilde taşımayan herhangi bir laboratuvar ortamından elde edilmiş olan salt ham verilerin FSEK kapsamında eser olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Başka bir deyişle bilimsel mahiyetteki verilerin hiçbir şekilde koruma altına alınmasının mümkün olmadığı gibi bir sonuca varılması doğru olmayıp her somut olayın kendine has özelliklerine göre, meydana getirilen eserlerde kullanılan bu ham verilerin eser sahibinin hususiyetini taşıyıp taşımadığının tespiti gerekmektedir. Bu noktada deneklerin ve sair hususların seçiminin davacı tarafça belirlenmesinin meydana getirilen eser yönünden, davacının hususiyetini içerip içermediği sorgulanması gereken bir husustur.
35. Mahkemece aldırılan ek bilirkişi raporunda; davacının otuz üç denek üzerinden hareket ettiği, ancak bu sayısal belirlemenin deneyin bilimsel sonucu yönünden özel bir önemi olmadığı, yine denek grubunu on bir kişilik üç gruba ayırmanın da aynı kapsamda değerlendirilebileceği, testler için belirlenen yaş aralığının da bu ve benzeri test ve bilimsel çalışmalar için olağan bir belirleme olduğu, yine tercih edilen hastaların sağlık koşullarının sigara, alkol veya benzeri ürünleri kullanmayanlar olarak kabul edilmesinde de fikri bir katkıdan bahsedilemeyeceği, davacının çalışmasında kullandığı Halotan, Enfluran ve İsofluran anesteziklerinin en yaygın olarak kullanılan anestezikler olduğu ve bu alanda bir çalışma yapacak kişinin de bu anestezikleri kullanacağı, kan tahlillerinin yapıldığı zamanın da bilimsel çalışmanın özniteliğini etkileyecek bir unsur olmadığı tespit edilmiştir.
36. Bu durumda ham verilerin yer aldığı tabloya esas teşkil eden kan örneği alınacak deneklerin belirlenmesi, gruplandırılması, sağlık koşulları ve çalışmada kullanılan anesteziklerin bu tür bilimsel çalışmalar bakımından genel ve yaygın metotlar olduğu, ham veriler üzerindeki istatistiki değerlendirmede kullanılan Wilcoxon eşleştirilmiş ikili örnek testinin de bilimsel bir eşleştirme yöntemi olduğu gözetildiğinde davacının eserlerinde bulunan ham verilerin yer aldığı tabloların bilinen yöntemler üzerinden yapılan istatistiki çalışma sonucunda elde edildiği, aynı konuda bilimsel çalışma yapan başka uzmanların da başvurabileceği ve benzeri sonuçları elde edebileceği bir yöntem olması nedeniyle davacının hususiyetini taşımadığı kabul edilmedir.
37. Bilinen yöntemler üzerinden yapılan istatistiki çalışma sonuçlarının tablo hâline getirilmesinin fikri faaliyet ürünü olduğu tartışmasız olmakla birlikte, böyle bir yöntemin FSEK anlamında sahibinin hususiyetini yansıtan ve anılan Kanun kapsamında korunması gereken birer eser olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Zira bir fikri ürünün elde edilmesi için kullanılan işletme metodu, yöntem ya da matematiksel kavramlar vb. faaliyetler eser olarak korunamaz (TRIPS, m. 9/2). Bununla birlikte davacının kendi eserinde kullandığı ham veriler ya aynı şekilde ya da çok küçük değişiklikler yapılmak suretiyle davalıların makalelerinde yer almıştır. Davalıların bu eylemi Türk Ticaret Kanunu’nda “hüsnüniyet kaidelerine aykırı surette başkasına ait iş mahsullerini kullanmak” şeklinde ifade bulan haksız rekabet olarak telakki edilmesi mümkündür.
38. Öte yandan davacının şikâyeti üzerine GATA Etik Kurulunun 07.06.2011 tarihli kararı ile davalıların eyleminin “intihal” olduğu yönünde karar verildiği, yine YÖK Sağlık Bilimleri Yayın Etik Kurulunun 12.10.2012 tarihli kararı ile davalılar tarafından yazılan makalelerin sorumlu yazarı olan …’ın “intihal” yoluyla etik ihlali yaptığı yönünde karar verildiği anlaşılmaktadır. Davalı … tarafından Ankara 3. İdare Mahkemesinin 2012/1906 E. sayılı dosyasına kayden YÖK Tıp Sağlık Bilimsel Yayın Etik Kurulu kararının iptali istemiyle dava açıldığı, mahkemece, …’ın üzerine atılı iddia sebebiyle savunmasının alınmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar verildiği ve kararın Danıştay tarafından onandığı; yine YÖK tarafından GATA’ya yazılan yazı ile davalı …’ın intihal yolu ile etik ihlalde bulunduğu ve bunun da disiplin yönünden suç unsuru oluşturduğu şeklinde açıklamasına yönelik işlemin iptali için Ankara 18. İdare Mahkemesinin 2014/1021 E. sayılı dosyasına kayden dava açıldığı, mahkemece aldırılan bilirkişi raporu doğrultusunda …’ın Anesteziyoloji ve Reanimasyon bilim alanında çalıştığı ve sorumluluğunun gönderdiği kan örneklerinde ölçümleri yapan laboratuvardan verilen sonuçları klinisyen olarak yorumlanması ve literatürle karşılaştırarak makalenin hazırlanmasına katkıda bulunmak olduğu, idari işleme esas şikâyet konusu tablolarda yer alan kan analizi sonuçlarının, laboratuvar uzmanlık alanının sorumluluğunda olup anestezi bilim alanı ile doğrudan ya da dolaylı herhangi bir ilgisinin olmadığı, bu nedenle …’ın intihal yoluyla etik ihlalinde bulunduğu yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar verildiği ve kararın Danıştay tarafından onandığı görülmektedir.
39. O hâlde davacının eserlerinde yer alan tabloların konusunun planlanması ve deneklerin seçilmesi faaliyeti ve laboratuvar sonuçlarının bilimsel metotlar kullanılarak tablo hâline getirilmesi, aynı konuda bilimsel çalışma yapan başka uzmanların da başvurabileceği ve benzeri sonuçları elde edebileceği bir yöntem olması nedeniyle mahkemece bu faaliyetlerin davacının hususiyetini yansıtan birer eser olarak kabul edilmesi ve buradan hareketle davalıların eyleminin “intihal” oluşturduğu sonucuna varılması isabetli değildir.
40. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; davacının hususiyetinin ve katkısının ham verilerin gruplandırılıp istatistik verilere dönüştürülmesi ve daha sonra yorumlanmasında ortaya çıktığı, bu veri ve yorumlardan hareketle üretilen ihlale konu uzmanlık tezi ve bilimsel bildirinin öz ve şekil olarak bir bütün hâlinde eserin korunabilir özgün kısmını oluşturduğu, davalıların makalelerinde davacıya ait tez ve bildirideki tabloları atıf yapmadan aynen aldıkları, bu nedenle davalıların eyleminin intihal niteliğinde olduğu ve bu yöne ilişkin direnme kararının uygun olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
41. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.02.2020 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.




KARŞI OY


1. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki temel uyuşmazlık; davacı tarafından tecavüzün ref’i ve manevi tazminat istemlerine ilişkin açılan davada, davacının 1995 yılında yaptığı doktora tez çalışmasında ve bu çalışmayla ilgili daha sonraki bildirilerde davalılar tarafından kullanılan laboratuvar sonuçlarının 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu anlamında eser niteliğinin bulunup bulunmadığı ve buradan varılacak sonuca göre davalılar tarafından kaleme alınan her iki makalede davacının çalışmalarında yer alan laboratuvar sonuçlarının aynen kullanılması karşısında “intihal” eyleminin oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.
2. Yerel mahkemece “tüm davalıların yazar olarak adlarının bulunduğu 2004 tarihli makalenin davacının tez çalışması üzerindeki; 2005 yılında yayınlanan yazar olarak davalılar …, … ve … adlarının yer aldığı makalenin ise davacının araştırmayı yapan birinci yazar olarak yer aldığı bilimsel bildiri üzerindeki; mali haklarından yayma, çoğaltma, kamuya iletim, manevi haklarından ise adın belirtilmesi, eserde değişiklik yapılmasını önleme ve umuma arz haklarını ihlal ettiği, davaya konu her iki makaleden davalılar tarafından yapılan alıntıların tamamen atıfsız olduğu ve davacı adına yer verilmediği gibi iktibas serbestisi kapsamında makul kabul edilebilecek düzeyi de aştığı, alıntı yapılan kısmın sadece laboratuvar sonuçlarından ibaret ham veriler olduğu yönündeki bir kısım savunmalara itibar edilemeyeceği, zira bu ham sonuçların tek başına bir anlamı olmadığı, davacının hususiyetinin ve katkısının ham verilerin gruplandırılıp istatistik verilere dönüştürülmesi ve daha sonra yorumlanmasında ortaya çıktığı, bu veri ve yorumlardan hareketle üretilen ihlale konu bilimsel tez ve bildirinin öz ve şekil olarak bir bütün halinde eserin korunabilir özgün kısmını oluşturduğu, davalıların her iki makaleye esas davacı bilimsel araştırmalarından ayrı bir deneysel çalışma yapmaksızın makaleleri kaleme aldıkları ve yayınladıkları, bu nedenle makalelerin yeni ve bağımsız bir eser niteliğinde bulunmadığı, davalıların intihal suretiyle meydana getirilmiş makalelerde yazar olarak adının geçmesi itibariyle, davacının manevi ve mali haklarına ihlal oluşturan eylemleri doğrudan doğruya birlikte işledikleri, davalıların kusurlu eylemi benimseyip dava tarihine kadar devam ettirdikleri” gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
3. Kararın temyizi üzerine Özel Dairece “Dava konusu tabloya esas teşkil eden kan örneği alınacak deneklerin belirlenmesi, gruplandırılması, sağlık koşulları ve çalışmada kullanılan anesteziklerin bu tür bilimsel çalışmalar bakımından genel ve yaygın metotlar olduğu, ham veriler üzerindeki istatistiki değerlendirmede kullanılan Wilcoxon eşleştirilmiş ikili örnek testinin de bilimsel bir eşleştirme yöntemi olduğu bilirkişi heyetince düzenlenen asıl ve ek raporda açıklanmıştır. Bu durumda, bilinen yöntemler üzerinden yapılan istatistiki çalışma sonuçlarının tablo haline getirilmesinin fikri faaliyet ürünü olduğu tartışmasız olmakla birlikte, böyle bir yöntemin 5846 sayılı FSEK’nin 1/B ve 2. maddeleri anlamında sahibinin hususiyetini yansıtan ve anılan Yasa hükümleri kapsamında korunması gereken birer eser olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bir fikri ürünün elde edilmesi için kullanılan işletme metodu, yöntem ya da matematiksel kavramlar vb. faaliyetlerin eser olarak korunması mümkün değildir (TRIPS mad. 9/2). Dava konusu tabloların konusunun planlanması ve deneklerin seçilmesi faaliyeti ve laboratuvar sonuçlarının bilimsel metodlar kullanılarak tablo hâline getirilmesinin, aynı konuda bilimsel çalışma yapan başka uzmanların da başvurabileceği ve benzeri sonuçları elde edebileceği bir yöntem olması nedeniyle, mahkemece bu faaliyetin davacının hususiyetini yansıtan birer eser olarak kabulü isabetli değildir. Bu durumda, davacının 1994 yılındaki çalışması sırasında kullandığı deneklerden alınan kan örneklerinin analizinden oluşan ham verilerin yer aldığı tabloların hususiyet içeren ilim ve edebiyat eseri olarak nitelendirilmesi mümkün olmadığı hâlde uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekirken, davacının mali ve manevi haklarına tecavüz oluşturduğundan bahisle davanın kısmen kabulü doğru görülmediğinden kararın temyiz eden davalılar yararına bozulması gerekmiştir…” şeklindeki gerekçelerle karar bozulmuştur.
4. Mahkemece önceki gerekçeler ile direnilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulumuzun çoğunluk görüş ile Özel Daire bozma gerekçesi benimsenerek, “davacının 1994 yılındaki çalışması sırasında kullandığı deneklerden alınan kan örneklerinin analizinden oluşan ham verilerin yer aldığı tabloların hususiyet içeren ilim ve edebiyat eseri olarak nitelendirilmesi mümkün olmadığı hâlde uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir” gerekçesi ile kararın bozulmasına karar verilmiştir.
5. Belirtmek gerekir ki davacının doktora tezindeki tablolara davalıların atıf yapmaksızın kullandıkları, bu yönde bir haksız rekabetin var olduğu, yerel mahkemenin ve Özel Dairenin kabulündedir. Tartışma bu tabloların bilimsel eser olup olmadığı konusundadır.
Çoğunluk görüşüne; davacının çalışmasının doktora tezi olması, doktora tezinde kullandığı tabloların klinik çalışma olarak salt bu şekli ile bilimsel çalışma olması, tabloların doktora tezinin bütünlüğünü oluşturması, davacının tablolarındaki değerlendirmelerinin değiştirilerek kullanılması, dosyada intihal olduğuna dair etik kurulu, Yüksek Öğretim Kurumu kararı ile bu yönde alınan bilirkişi raporu bulunması ve aşağıdaki açıklamalar nedeni ile katılınmamıştır.
5.1. Normatif hükümler ve kavram açıklamaları:
5.1.1. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 4630 Sayılı Yasayla değişik 1bmaddesinin (b) bendinde eser: “Sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki,güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsullerini ifadeeder” şeklinde tanımlanmıştır. Eser niteliğinin tespitinde biri esasa, diğeri şekle ilişkin iki şarta yer verilmiştir.
a) Bunlardan esasa ilişkin olan ilki, onun sahibinin özelliğini taşımasıdır. Sahibine izafe edilebilen bağımsız bir çalışmanın sonucu olan bütün fikir ve sanat ürünlerinin sahiplerinin özelliğini taşıdığını kabul etmek gerekir.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 8/I maddesinde, “Bir eserin sahibi onu meydanagetirendir” ifadesiyle genel ilke koyulmuştur. Eserin sahibinin, eseri yaratan kişi olması, kanunun 1/b maddesinde hükme bağlanan “sahibinin hususiyetini taşıma” şartının doğal sonucudur. Eser sahipliği, eserin yaratılması ile kendiliğinden doğar.
b) Bir fikir ve sanat ürünün eser sayılabilmesi için şekle ilişkin olan ikinci şart, onun 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda belirtilen eser kategorilerinden birine dahil olmasıdır. Eser kategorileri ise Kanunda;
1- İlim ve Edebiyat Eserleri (Mad. 2)
2- Musiki Eserleri (Mad. 3)
3- Güzel Sanat Eserleri (Md. 4)
4- Sinema Eserleri (Md.5) olarak sayılmıştır.
Uyuşmazlık konusu intihal yapıldığı belirtilen doktora tezi bilimsel eser olduğundan Kanunun 2. maddesi kapsamında değerlendirmeye gidilmiştir. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 2. maddesinde ilim ve edebiyat eserleri sayma yöntemiyle belirtilmiştir.
Bunların başında da, dil ve yazı ile ifade olunan eserler, hikaye, roman, şiir, piyes ve tiyatro oyunlarını ve benzerlerini kapsadığı gibi, bilimsel konferansları, panelleri, seminerleri, makaleleri, ansiklopedileri, dergiler ve benzerlerini de kapsar. Doktora tezleri bu kapsamdadır.
Bilim eseri gerçek anlamda edebiyat eserinin aksine çok defa orijinal bir yaratma değildir. Bilimin fonksiyonu gözlemlere dayanan kanunlara varmaktadır. Bu yüzden bu tür eserlerde daha çok bilimsel tasniflerin ve ifade şekillerinin orijinalliği yeterli olacaktır (Kılıç, Bilge. Türk Fikir Ve Sanat Eserleri Hukukunda Eser Sahipliği. Yüksek Lisans Tezi. 2003. Ankara). Bilimsel bir eserde kullanılan grafiklerin, istatistik tablolarının, fotoğraflarının…vb. kaynaklarının gösterilmemesi FSEK’ye aykırıdır ve bazı durumlarda intihal oluşturur (TEKİNALP, Ünal, Fikri Mülkiyet Hukuku, 2.bası , İstanbul, 2002. s:101).
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 35/2 maddesine göre ise “İktibasın belli olacak şekilde yapılması lazımdır. İlim eserlerinde, iktibas hususunda kullanılan eserin ve eser sahibinin adından başka bu kısmın alındığı yer belirtilir”. Özellikle bir doktora tezinde bir araştırma tablosu alınmış ise bu tablo doktora tezi ile bütünlük arzettiğinden, bu bilimsel eser olan doktora tezine atıf yapılması gerekir.
5.1.2. Klinik Araştırmalar Yönetmeliğinin 4/t maddesine göre; klinik araştırma, “Bir veya birden fazla araştırma ürününün klinik, farmakolojik veya diğer farmakodinamik etkilerini ortaya çıkarmak ya da doğrulamak; advers olay veya reaksiyonlarını tanımlamak; emilim, dağılım, metabolizma ve atılımını tespit etmek; güvenliliğini ve etkililiğini araştırmak amacıyla insanlar üzerinde yürütülen çalışmaları ifade etmektedir.
Anılan yönetmeliğin 12. maddesi uyarınca “Yönetmeliğin kapsamındaki klinik araştırmalara izin almak için etik kurul ile Kuruma eşzamanlı başvuru yapılabilir”. Keza yönetmeliğin 21/4 maddesinde açıkça “araştırma ile ilgili belgelerin gizliliğinin esas olduğu”, bu belgelerin ancak hukuken yetkili kişilerin veya mercilerin talebi hâlinde yetkili kişilere verileceği” belirtilmiştir. Yetkili mercii ise etik kuruldur.
Potansiyel ilaçların, tıbbi cihazların, diğer tanı/tedavi ürün ve yöntemlerinin kamunun kullanımına sunulması için bu ürün/yöntemlerin güvenliliğinin ve etkililiğinin bir dizi araştırma ile ispatlanması gerekir. Gönüllü kişilerin katılımıyla gerçekleştirilen ve tıbbi bilgi elde etmeyi amaçlayan bu bilimsel çalışmalara klinik araştırma denir.
Klinik araştırmalar yeni tedavi yöntemlerini/ürünlerini araştırmanın yanında bilinen bir tedavi yönteminin/ürününün daha etkin kullanım şeklinin bulunması veya bu yöntem/ürünler hakkında daha fazla bilgi edinilmesi amacıyla da yapılabilir.
5.1.3. Yükseköğretim Kurumları Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesinin 4/1.a. maddesinde İntihal: Başkalarının özgün fikirlerini, metotlarını, verilerini veya eserlerini bilimsel kurallara uygun biçimde atıf yapmadan kısmen veya tamamen kendi eseri gibi göstermek, bilimsel araştırma ve yayın etiğine aykırı eylem sayılırken, 2.ç maddesinde ise “İnsanlarla ilgili biyomedikal araştırmalarda ve diğer klinik araştırmalarda ilgili mevzuat hükümlerine aykırı davranmak” diğer etik davranış olarak belirtilmiştir.
Bilimsel araştırmalar içinde en değerli çalışmalar klinik araştırmalardır. Klinik araştırmalara hipotez kurulması ile başlanır. Hipotez örnekleme dayalı bir kitle parametresinin değeri hakkında ileri sunulan iddia olarak tanımlanabilir. Bir sonraki aşama metodoloji aşamasıdır. Metodoloji denek sayısının hesaplanması, körleme-maskeleme, randomizasyon, uygulanacak işlem secimi, plasebo kullanımı, tedaviyi durdurma ve değiştirme kriterleri gibi alt başlıklar hâlinde toplanabilir (Turk J Anaesthesiol Reanim 2016; 44: 212-8 DOI: 10.5152/TJAR.2016.34711.https://www.journalagent.com/tard/pdfs/TARD.44.4.212.218).
Klinik araştırmalar genellikle akademik yükselme için kullanılmaktadır. 2015 yılına göre Amerika’nın bu alanda dünyadaki payı % 45 iken, Türkiye’nin % 0,95’tir(Örnek, B. N. http://www.deontoloji.hacettepe.edu.tr/ekler/pdf/aset/2019/arastirmaetigiocak2019_nob.pdf).
6. Somut uyuşmazlıkta davacı 1995 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi Eczacılık Bilimleri Merkezinin işbirliğiyle yaptığı araştırma sonucu “Volatil Anestetiklerin Antioksidan Savunma Sistemine Etkileri” başlıklı tezi ile uzmanlık almış ve doktorasını vermiştir. Doktora tezi klinik araştırmaya dayalı olup alınan izinle deneklerden alınan numuneler karşılaştırılmış, tablolaştırılmış ve sonuçları değerlendirilmiştir. Davalılar ise 1996 yılında yurtdışında yapılan bir kongrede “The Effect of Volatile Anaesthetics to Antioxidant Defence Systems” başlığıyla sunumunu gerçekleştirmiş, yine 1999 yılında yurt dışındaki bir başka kongrede “Effects of Occupational ExposureTo Inhalation Anaesthetics on Antioxidant Defense Mechanism” başlığıyla sunum yapıp 2004 ve 2005 yılında ise makale hâline getirmişlerdir. Davalıların doktora tezinde 1995 yılında davacı tarafından tablolaştırılan klinik araştırmaları kullandıkları uyuşmazlık dışıdır. Dosyada davacının etik kurula şikâyet etmesi sonucu, klinik araştırmalar iznine tabi olan cw 13 üyeden oluşan etik kurulun 07.06.0211 tarihinde 175 oturumda açıkça davalılara ait sunum ve makalelerde “kan analizlerinde elde edilen orijinal sonuçların kullanılmayıp, davacıya ait tezdeki sonuçların tamamen aynı rakamların kullanıldığı, sonuçların çarpıtıldığı ve davacıya ait eserin bir bölümünün izin almadan aynen kendileri yapmış gibi göstermelerinin İNTİHAL olduğu” belirlenmiştir. Yüksek Öğretim Kurumu İdari Soruşturmada da aynı sonuca ulaşılmıştır. Her ne kadar davalı … tarafından Ankara 3. İdare Mahkemesinin 2012/1906 E. sayılı dosyasına kayden YÖK’ün 10.12.2012 tarihli işleminin ve bu işleme esas teşkil eden YÖK Tıp Sağlık Bilimsel Yayın Etik Kurulu kararının iptali istemiyle dava açılmış ise de mahkemece, …’ın üzerine atılı iddia sebebiyle savunmasının alınmadığı gerekçesiyle işlemlerin iptaline karar verilmiş olup, bu karar usule ilişkin olduğundan sonuca etkili olmamıştır.
Mahkemece görüşüne başvurulan bilirkişi heyeti de “Dava konusu olan davacı yana ait tez çalışması incelendiğinde, anılan tez kitapçığının ana sayfasında davacı yan isminin bulunduğu, toplam 66 sayfadan ibaret olan söz konusu tezin içeriğinde davacı yanın subjektif yorumlamalarının bulunduğu bilimsel ve teknik değerlendirmelerin yer aldığı görülmekle birlikte, birtakım deney sonuçlarını ihtiva eden tabloların, evrensel nitelikteki bazı terimlere ilişkin açıklamaların ve tez yazımında uyulması gereken kurallar nedeniyle birtakım standart kısımların (kaynakça vs.) bulunduğu tespit olunmuştur. Anılan tez bütünsel olarak değerlendirildiğinde davacı yanın birtakım bilimsel terimlerin ne olduğuna dair anlamsal açıklamalarının bulunduğu görülmüş olmakla birlikte, bu kısımların haricinde davacının kendi görüş, yorum ve cümlelerinin de yer aldığı, tez kapsamında yer verilen deneylerin yazarın kendi oluşturduğu denek grubu üzerinde, kendi belirlediği zamanlarda ve şartlarda gerçekleştiği, sonuç ve değerlendirmelerinin de bunun neticesinde yapıldığı, bu nedenle anılan tezi meydana getiren kişinin şahsi hususiyetlerini taşıyan nitelikte bir yazı olduğundan bahsedilmesinin mümkün olduğu, sonuç olarak ise 5846 sayılı Kanun’un 2. maddesinde belirtilen “Herhangi bir şekilde dil ve yazı ile ifade olunan eserler” kapsamında olmak üzere “ilim ve edebiyat eseri” olarak değerlendirilmesinin mümkün olduğu” sonuç ve kanaatine varmıştır. İtiraz üzerine aynı heyet ek raporlarında ise “Sonuç olarak taraflara ait makalelerde yer alan istatistiki ham verilerin sayın mahkemece 5846 sayılı Kanun kapsamında, sahibinin hususiyetini yeteri kadar taşıdığı ve dolayısıyla salt bu nedenle eser olarak kabul edilmesi gerektiği kanaatine varılması hâlinde bu durumun kök raporda oldukça kapsamlı olarak açıklanan gerekçeler doğrultusunda intihal veya usulsüz iktibas eylemine sebebiyet vereceği ancak ham verilerin eser olarak kabul edilmemesi hâlinde ise bu verilerin izinsiz ve hiçbir alıntı yapılmaksızın davalılarca yazılan makalelerde kullanılması nedeniyle haksız rekabet eyleminin meydana geleceği ve davalıların sorumluluklarının salt tazminat sorumluluğu ile sınırlı olacağı ancak bu hususlardaki nihai takdir yetkisinin sayın mahkemeye ait olduğu” sonuç ve kanaatine varmışlardır.
7. Sonuç: Yukarda açıklandığı üzere, öncelikle etik kurulun iznine tabi ve bu izin ile klinik araştırma yapan davacının doktora tezindeki, salt klinik araştırma bilimsel bir eserdir. Zira bilimsel eser sayılmayıp, herkesin kullanacağı bir tablo olsa idi, izne tabi tutulmazdı. Davacı gözlemler sonucu, tasniflere ve ifade şekillerine dayanmış, tablolaştırmış ve bunlara sonuç bağlamıştır. Davacının akademik yükselme için klinik araştırmaya girdiği ve doktora tezi hazırladığı anlaşılmaktadır. Tabloların davacının kişisel özelliğini taşıdığı, bu orijinalliğinin başlı başına bilimsel eser olduğu, davacının doktora tezinin de bu tabloların sonucuna bağlı açık bir şekilde bütünsellik arzetmekte olup tabloların bilimsel tez ve bildirinin öz ve şekil olarak bir bütün hâlinde eserin korunabilir özgün kısmını oluşturduğu açıktır. Davalıların sunum ve makalelerinde davacıya ait tezdeki sonuçları, tamamen aynı rakamları kullandıkları, ancak sonuçları çarpıttıkları saptanmıştır. O hâlde davacının özelliğini taşıyan bilimsel eserinde intihal yapıldığı sabittir. Yerel mahkemenin direnme kararının onaması gerektiği görüşündeyiz. Açıklanan nedenlerle sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.